19 Şubat 2009 Perşembe

YIKIM

  YIKIM

  BANKAYA GİDİŞ


       Ağustosun ortasında su faturasını ödemek için bankaya gitmek yapılacak en aptalca işti. Barajlardaki su seviyesi yavaş yavaş düşerken İstanbul’un sokakları sessizleşmişti. Sokaklarda sadece birkaç kedi köpek ve çöplerin üzerinde vızıldayan karasinekler ses çıkarıyordu.

       “Beni daha fazla duymamazlıktan gelemeyeceğini biliyorsun değil mi? Daha ne kadar buna dayanacaksın, söyle ha. Daha ne kadar kendine bu işkenceyi yaşatacaksın; ama senin de gücün tükeniyor, çok dirayetliydin ama senin de bir limitin var. Yakında krallığımı tekrar ilan edeceğim, hah hah ha… Senin için son benim için bir başlangıç olacak. Artık komedi bitti! Hah ha ha. Bunu saba söylemek için sabırsızlanıyorum.” 

     Yolda yürürken bir an bile kafasını kaldırmıyordu. Önünde olmayan bir noktaya odaklanan gözleri sadece ayakları eşliğinde yer değiştiriyordu. Çok sıcaktı. Vücudunun en hassas bölgelerinden su fışkırıyordu. Bu esnada yanından geçen arabanın gürültüsü tüylerini diken diken etti.

       “Ne oldu; yanından geçen Ferrari’nin sahibine küfür mü etmek istedin? Durma et bütün izinler sana çalışıyor bugün. Hah ha ha. Hem zaten tanrı yoksa her şeye izin vardır. Kah kah kah. Her şeye izin varsa kendini tutmanın tek mantıklı açıklaması korkaklığındır. Hah ha ha. Sen bir korkaksın biliyorsun değil mi? İşe yaramaz bir korkak. Ne düşünüyorsun acaba o –yanından hızlıca geçen - züppenin yaşamından daha onurlu, daha yüce, daha mantıklı bir yaşam tarzı olduğunu mu? Hah ha ha ha! Cevap ver, ufak aklından bütün hayatını, bir üst model araba almaya adamaktan daha ahlaklı bir yaşam tarzı olduğunu; olabileceğini mi geçiriyorsun? Aman allahım sen hayatımda gördüğüm en bencil, en soytarı, en kibirli yaratıksın. Hah ha ha. Hayatını insanlığa, bilime ,sanata veya her ne boksa ona adamak; seni, biraz önce hız sınırlarını aşan adamdan bir milim bile daha yükseğe koymaz. Hah ha ha. Koyamaz ve işin en gülünç ve hüzünlü yanı da senin bu durumun köpek gibi farkında olman. Ah maalesef aptallığının farkındasın ama aptal olduğun için bunu düzeltemiyorsun. Hah ha ha. Sen insanoğlunun en vahim grubuna aitsin. Aptal olduğunun farkına varacak kadar zeki olanlar grubu. Hah ha ha. Ömrün işkenceyle geçecek.”

      Durdu. Şansızlığına şu ana dek gördüğü tek bakkal- market- yolun karşısındaydı.karşıya geçmek için uygun anı kolladı ve hızlı adımlarla hedefine vardı. 

- İyi günler.
- İyi günler, buyurun.
- Soğuk su abi.
- Küçük büyük?
- Küçük
- Elli kuruş. Arkandaki dolaptan alıver.
- Hayırlı işler.
     Sıcağın kuruttuğu vücut suyu sömürürcesine kana kana içti.

“ Bana bilinçten iradeden bahsetsene biraz ha, nedir bilinç? Farkında olmak; bir şeyi yaptığının farkında olursan o hareketin bilinçli olur. O kadar, o kadar. Fazlasını arayacaksan seni büyücülüğe davet ediyorum. Hah ha ha. İrade de yeni yüzyılın büyücülüğü! Demek sen istiyorsun ve elini yukarı kaldırıyorsun; öyle mi? Kah kah kah. Demek sen istiyorsun ve beyin hücrelerindeki artı iyonlarla eksi iyonlar yer değiştiriyor ve nörotransmitter maddeler hareket ediyor. Hah ha ha. Peki sen nesin ha? Sen de hareket eden iyonlar değil misin? Bunun tesinde hiçbir şey yok. Eğer ötesini istiyorsan büyüye inanman gerekir. Hah ha ha. Ama büyü yok onu öldürdünüz, küstürdünüz. İnsanlık yapmaması gerekeni yaptı; onun büyüye ihtiyacı vardı; ama sen ve senin gibi bilim severler insanın en kıymetli oyuncağını kırdınız. Şimdi yerini kariyer, para, statü vb. saçmalıklarla doldurmaya çalışın bakalım. Dolmaz, artık çok geç; bilimin zehri damarlarınıza girdi bile. İzin verilmemeliydi, insanlığın sinir sistemini incelemesine izin verilmemeliydi. Kas, iskelet, sindirim sistemi bir yere kadar ama sinir sistemine yasak getirilmeliydi. Kimsenin mi aklına gelmedi kutsal kitapların kıyısına köşesine ‘sinir sistemini incelemek yasaklanmıştır!’ diye yazmak. Ah fırsat kaçtı; teptik onu. Aslında geçmişte çok akıllı insanlar yaşarmış. Hah ha ha. İncilde yazmıyor diye atın ağzındaki diş sayısı bilinemez demişler. Atın ağzını açıp saymak saçma; eğer bilmemiz gerekseydi incilde yazardı demişler. İşte onlar yer yüzünün son dahileriydi; ama aydınlanma denilen lanet hepsini yok etti, öldürdü. Şimdi iradeye metafiziksel manalar yüklemeye çalış: imkansız! Büyü olmadan insan bir hiç; alalade bir varlık. İrade dediğin şey sonuç olarak nöron ağları grubu; yani ikilik sistemde yazılabilecek bir denklem. Hah ha ha. Eğer 1101 çıkarsa şansına insana yardım etmek için çırpınırsın; yok 1011 çıkarsa seri katil olursun. Hah ha ha. Hiç çekinmeden cinayet işlersin çünkü seri katillerde empati yeteneği yok. 1011 onlarınki, şansızlık. Hah ha ha. Her şeyin mantıklı, bilimsel bir açıklaması olması ne kadar korkunç. 

     Bilinç de diğer bir saçmalık. Cinayeti işlediğinin farkına varırsan yirmi beş; varmazsan beş yıl hapis. Hah ha ha. Ama cinayet zaten işlenecek yada işlenmeyecek onu engelleme şansına sahip değiliz ki. Büyü yok çünkü. O zaman cinayeti engelleyemeyiz. Farkına var varma ne fark eder. Kah kah kah. İşte homo sapiensin trajedisi: kendi elleriyle kendine bahşedilen armağanı yakmak.

     İnsanı artık hamamböceğinden üstün gösterecek tek bir materyal bile yok. Hah ha ha. Tarihte yazılmış bütün yazıları teker teker oku, araştır; sonuç olarak insan hamamböceğinden üstün değildir diyen birisinin iddasını çürütecek yeterli sayıda doküman bulamazsın. Hah ha ha. Eğer hamamböcekleri bize ‘ Siz bizden üstün değilsiniz; bunca yıl yalan söylediniz!’ diyerek dava açsa; haksızlıklarını kanıtlayacak en ufak bir doküman bile elde edemeyiz. Ama onlar üstün olmadığımızı kanıtlar. Hah ha ha. Biz insanlarla denkiz; çünkü iki türde besin tüketiyor ve ürüyor derler. Hah ha ha. Dava kapanmıştır: insanlarla hamamböcekleri denktir. Yaz kızım. Hah ha ha. Üstelik bunlar yüz- yüz elli senelik geyikler. Hiç biri yeni değil, hepsi söylendi; ama bir şekilde siz sinsi bilim severler teknolojiyle yada sanatla bunun üzerini örttünüz. Alçaksınız, hepinizin yakılması gerekir. Sayısal bilimlerle uğraşanlar belki ömür boyu hapisle canlarını kurtarabilirler ama sosyologların, antropologların, psikologların hepsinin canlı canlı yakılması gerekirdi. Ah hala geç değil; hala zaman var. Hah ha ha.”

     Az ilerdek dünyanın en çirkin suratlı kedisini görmesi sinirlerini bir kat daha gerdi.

     “ Biliyorsun değil mi ha? Onu öldürmemen için en ufak bir mantıklı sebebin yok. Hah ha ha. Bu çirkin yaratık, çirkinliğiyle senin bir saniyeni heba etti. Madem ölümden sonra hayat yok o zaman gidip o kediyi tekmeleyerek öldürmemen için en ufak bir sebep yok. Hatta onu da değil; gidip yavru bir kedi alıp üzerinde tepine tepine öldürmemenin mantıklı en ufak açıklaması yok. Bir yavru kedi bul ve üzerinde tepinerek onun canını al; hatta öldürdükten sonra bile cesedin üzerinde tepinmeye devam et. Hah ha ha. Bunu yap çünkü cennet yok. Hadi cennet neyse ama cehennem yok; anlıyor musun beni? Kedi katili Okan’la kedi sever Okan’ın ölünce aynı yere gidecek. Hah ha ha. Hitler ile Muhammed’in dönüşeceği şey aynı. Ah buna yürek nasıl dayansın! Bunun bir sorumlusu olmalı ve o kedi bunun sorumlusu. Hadi git ve ona cezasını ödet. Hah ha ha…”

     Gözleri alev alevdi. Adeta elini kolunu zapt edemiyor, yerinde duramıyordu. Adımlarını sıklaştırdı ve kafasının içindeki bu arı kovanından kurtulmaya çalıştı.   

     “ Her şey şans eseri oluştu. Eroin kaçakçısı olmaman şans eseri; katil olmaman şans, ellerin şans, gözlerin şans; hepsi şans eseri oldu. Aksini iddia etmek geri kafalılık, yobazlıktır. Şans , hepimizin boyun eğdiği ve eğmek zorunda olduğu tek tanrı. Türk olman şans, erkek olman şans… Şansın varsa yaşar; yoksa yirmi iki yaşında kalp krizinden ölürsün. Bugüne kadar sarf edilmiş tüm cümlelerde şans yerine tanrı, tanrı yerine şans koy en ufak bir anlam kayması yaşanmaz. Hah ha ha. Şans ve tanrı; siyah ile kara gibi birbirinin yerine kolaylıkla kullanılabilir. Kadın olmaman şans; kadın olup türban takmaman ve türban takıp anal seks yapmaman tamamen şans eseri… Ne o yoksa sen de çarşafa giriyorlar içinde ne yaptıkları belli değil diyen örümcek beyinli laiklerden misin? Seni yobaz seni… Bu dünyadaki en kutsal bir iki varlıktan biridir türbanlı olup anal seks yapanlar. Hatta türbanlarıyla anal seks yapanlar. Neden mi? Kendi organlarını kendileri kullanamıyorlar. Elleri üzerinde yürümeye çalışıyorlar. Ah zavallılar.onların da şehveti, istekleri, arzuları var ama bunu doya doya yaşamaları yasak. Hem kendi bedenlerinin farkındalar hem de bunu kullanmaları yasak. Hah ha ha. Dünyadaki en ulvi yaratıklar onlar. Eğer şehvet hissetmiyorsan, duygu hissetmiyorsan o zaman kendine engel koymanın ne manası var? Ama onlar hem yapabilecek kadar güçlü hem yapmayacak kadar ahlaklı. Hah ha ha. Yapamadıktan sonra yapmamanın nasıl bir ahlaki boyutu olabilir? Cinayet işlemeye yüreğin yetmedikten sonra cinayet işlememenin ne değeri olabilir? Ah onlar diyor ki: madem kan istiyorsunuz size kan sağlayacağım; ama ben de isteklerimin farkındayım, gücümün bilincindeyim. Ah kan isteyenlere kan göstereceğim. Hah ha ha. 

     Etrafında gördüğün bütün yüce değerlerin altında kan vardır. Gördüğün heykellerin yüzde doksanı ölü etiyle yapılmıştır. Hah ha ha. Tüm heykeller cesetler üzerinde ya ölmeyi yada öldürmeyi kutsayarak yükselir. Sen de bunlara bakarak atalarının cesetleri üzerinde masturbasyon yaparsın; iyi ki ölmüşler, iyi ki öldürmüşler diye övünür durursun. Hah ha ha. Ve işin en güzel tarafı ben bunu yapanları eleştirmiyorum. Kimi eleştirebilirsin ki? Mağdem şeytan yok; cennet yok; cehennem yok o zaman her şeye izin vardır. Hah ha ha.

     Şimdi yeni moda Hitler’e şeytan demek; ırkçıları dışlamak… Ah ne büyük gaddarlık; eğer şeytan yoksa Hitler de şeytan olamaz. O da şans eseri o tarihlerde yaşayan mimar olmaya hevesli bir alman. Eğer her şey nöron bağlantılarıyla açıklanıyorsa; senin Yahudi yakmak istememen tamamen şans eseri. Kah kah kah. Yani yeni tanrının işi… Madem tanrının işi onun iradesine nasıl karşı gelebilirsin. Keşke gerçekten tanrı olmasaydı; ama var ve adı da şans. Hah ha ha.

     Eğer cennet yoksa bugüne kadar tanrıya adanmış bütün hayatlar çöpe gitti, boşa harcandı. Allah yolunda ölenler bir yalan uğruna kurban oldular. Türbanla seks yapanlar tüm acılarına rağmen- kim bilir kaç kere aynaya bakarak kendilerinden ve vücutlarından utandılar- cennete gidemeyecekler. Ah hadi cennet olmasın insan buna bir nebze katlanabilir ama cehennem olmaması ne demek! Hitler cehenneme gitmeyecek. Hah ha ha. Keşke cennet ve cehennem olsaydı; ben sonsuza kadar yanmayı kabullenirdim. Hah ha ha. İnandın mı bu yalana? Kandırdım seni, ne kadar da safsın. Eğer cennet yoksa cehennemde yanmayı niye kabul edeyim, aptal mıyım ben? Bana deselerki sana bir saniye fazladan mutluluk vereceğiz ama bunun karşılığında senin dışındaki tüm insanlar sonsuza dek cehennemde cayır cayır yanacak. Hah ha ha. Bir saniye bile düşünmem hemen kabul eder; hatta üzerine, fazladan mutlu olacağım diye zil takar oynarım. Hah ha ha. Bu kadar hain olmamın cezasını o kedi ödemeliydi. Tüm hıncımı ondan çıkarmalıydım ama korkak, güçsüz, işe yaramaz sen bankaya doğru yürümeye devam ettin. Hınç doluyum, hınç!

     Şans, her şey şans eseri oldu. Yüce dağlar, sınırsız okyanuslar şans; kürt olarak doğmaman şans, onu bundan tam beş sene önce karşına çıkaran şey yine şans… Eğer ÖSS’de 0,1 puan daha fazla yapsaydın onu hiç göremeyecektin. Aşık olduğun ilk kızla evlenme fikri; kulağa nasıl da romantik ve ahlaklı geliyor. Ahlak ile romantizm aynı cümlede hah ha ha…

     Dünya güneş etrafındaki yolculuğunu tam beş kez tamamladı o günden bu güne. Seni değil bir başkasını seçmesi tamamen şans eseri oldu. Üstelik bu başkası senin yanında bir hamamböceğiydi. Hah ha ha. O bir hamamböceğini seçti çünkü hamamböceğiyle insan arasında en ufak bir fark yok. Bir böcekle bir insan yan yanaydı ve o böceği seçti. Hah ha ha. İnsan olduğun için şansının daha fazla olduğunu düşündün ama yanıldın. Bir hamamböceğinin bir insandan hiç de aşağı kalır bir yanı yok; hatta onlar radyasyona dirençli oldukları için insana karşı küçük de olsa bir avantaja sahipler. Hah ha ha. Ama sen de onları ezebilirsin. Bir hamamböceğini ezmekten nasıl çekinmiyorsan bir kediyi de öldürmekten de o ölçüde çekinmemelisin. Hatta gerekirse bir insanı hah ha ha… Bu gereklilik hiç de öyle milli, dini, ailevi onursal vb. değerlere olmak zorunda değil. Gözüne güneş gelmesi bir can almak için yeterli bir sebep. Hatta fazla bile; eğer gözüne güneş gelirse birden fazla insanı rahatlıkla, çekinmeden öldürebilirsin. Hah ha ha. Sen bir yavru kediyi öldürene dek ben susmayacağım!”

     Düşüncelerinin ağırlığını artık kaldıramıyordu. Sırtını bir okul bahçesinin karşısındaki duvara yaslayarak yere oturdu. Başını iki elinin arasına aldı ve biraz olsun düşüncelerinden kaçmak için gözünü kapatıp, zihnini boşaltmaya çalıştı.

     Küçük bir elin dürtmesiyle gözlerini açtı. Karşısında biri kumral biri sarışın; biri erkek diğeri kız yaklaşık beş yaşlarında iki çocuk duruyordu. Kız olanın (sarışın) elinde ip vardı. 

- Abi bize yardım eder misin? İp atlamaca oynayacağız da.
Hafif tebessüm ederek:
- Üzgünüm çocuklar müsadenizle gitmem gerek.
- Aaaa nereye gidiyorsunuz; lütfen bizle ip atlayın. Çocukların ısrarı onu biraz sinirlendirmişti.
- Lütfen! İşim var diyorsam işim vardır. Kız olanı hafif cilveli bir edayla:
- Neden bu kadar üzgünsünüz. Yoksa hiç sevişemediğiniz için mi?
Sol yanağında bir kas seğirmeye başladı. Yarı şaşkın yarı dehşete düşmüş bir ifadeyle “Ne?” diyebildi.
- Ben sizinle sevişebilirim eğer isterseniz.
Ayağa kalktı ve hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalıştı ama çocuklar da peşinden gelerek ona laf yetiştirmeye devam ediyorlardı. Kız küçük bir kahkaha attı:
- Utanmanıza, korkmanıza gerek yok. Anal seks yaparız böylece bekaretime zarar gelmez hah ha ha…
Artık koşmaya başlamıştı ama çocuklarla arasındaki fark bir türlü açılmıyordu. İkisi birden elleriyle tempo tutarak:
- Sevişemiyor sevişemiyor Okan kimseyle sevişemiyor… diye şarkı söylemeye başladılar. Erkek olanı bütün gücüyle:
- Üreyemiyorsun! Lanetlendin sen; sonun geldi! Diye bağırdı.
Nefesi tıkanmıştı. Koşmayı en sonunda bıraktı. Çocukların sesi çok uzaklardan yine de gelmeye devam ediyordu. Tişörtü terden sırıl sıklam olmuştu. Son on yılın en sıcak günü olmalıydı. Güneş garip bir biçimde yaklaşık üç saattir tam tepede duruyordu.
Biraz uzakta çok da sevmediği bir arkadaşının ona doğru yürüdüğünü gördü.
- Selam ne haber?
- İyidir. Senden?
- Ne bu oğlum kan ter içinde kalmışsın.
- Sorma , çok sıcak ya.
- Evet öyle. Eee yaz okulundasın sen de galiba.
- Evet, hiçbirini atlamadım bugüne kadar.
“ Defet şunu.”
- Akşam pelin’in doğum günü var; geliyorsun değil mi?
- Bilmem bana fark etmez.
- Nasıl ya? Gel be oğlum işte.
- Bakarız hele bir akşam olsun da.
Kısa bir sessizlik oldu. İkisi de diğerinden vedalaşma sözcüğünü duymayı bekledi. Tabii ki bu adım kahramanımızdan gelmedi.
- İyi madem ben kaçtım.

- Hadi görüşürüz.


     “ Sen de aslında cennete inanıyorsun değil mi? Ha, hadi itiraf et. Sen kafir bir ateistsin değil mi? Zaten kim cennetsiz cehennemsiz yaşayabilir ha kim? Eğer roman yazıp meşhur olursan cennete, yok olamazsan cehenneme gideceksin değil mi? Hah ha ha. Ha bu dünyadaki cennete inanmışsın ha öbür dünyadaki ne fark eder. İkisi de aynı ölçüde yobazlık; aynı ölçüde geri kafalılık. Bütün insanlar cennete cehenneme inanır bu bir yaşam şartıdır. Eğer yüksek maaşlı bir iş bulursan cennet yoksa cehennem; eğer çocuğun zeki olursa cennet yoksa cehennem… ve bu hiç bitmeyecek. Çocuğun aptal oldu diyelim. Ohh cehennemdeyim artık kurtulabilirim her türlü dertten diyemezsin. Hah ha ha. Çünkü hayat ve cennet cehennem inancı devam edecek. Çocuğumun duygusal zekası yüksek mi acaba diyeceksin. Peki ya torunlar, torunlar olacak. Al sana önündeki altmış yıl. Her on yılda bir yeni cennete veya cehenneme gireceksin ve bu kovalamaca sen yok oluncaya kadar devam edecek. Hah ha ha. Dünya nedir ha, nedir? Yok olmadan önce oyalandığımız yer. Fener şampiyonsa cennet; değilse cehennem. Kim kurtulabilmiş ki bu kıskaçtan ha kim? Kurtulmayı denediler denemediler mi sanıyorsun; ama bütün dünya kan gölüne döndü. Bundan kurtulmaya çalışmak da bir tür cennet cehennem inancı. Hah ha ha. Bu kısır döngüden kurtulursam cennet; aksi takdirde cehennem... Hah ha ha. İnsanın küçüklüğünü görebiliyor musun? Ufak bir mantık oyununda bile kaybediyor. Kim yaşayabilir cennetsiz cehennemsiz ha? Kim o kadar yüksek ve alçak olabilir? Sana söyleyeyim: hiç kimse. Zerdüşt bile yaşayamaz. O kızla beraber olsaydın cennet… ah o kızla beraber olsaydın. Hayat nasıl acımasız nasıl zalim. Şansımızı değiştiremiyoruz.

     Aslında ben biraz da boş mu konuşuyorum? Bütün izm’ler bitmiş söylenecek her şey söylenmişse ben biraz boşuna mı konuşuyorum? Ah sarışındı o. Ne güzeldi gözleri. Sen ilk anın şaşkınlığıyla kızıl sanmıştın ama sarıydı saçları. Neden ağlamıyorsun şimdi? Anneni babanı görmeyeli kaç ay oldu kim bilir? Anneme sarılmak istiyorum odepus kompleksini bile bile.

     Adımları biraz öncenin aksine iyice ağırlaşmıştı. Sağ eliyle çenesinin altını sıvazlayarak yürüyordu. Gözlerindeki alev kaybolmuş yerine hüzünlü bir ıslaklık gelmişti. Ama ağlamıyordu. Gözleri bir anda tekrar parladı, yüz çizgileri bir anda keskinleşti.     

     " Budala az kalsın beni de kandırıyordun. Karaktersiz, korkak! Kendi güçsüzlüğünü bana da bulaştırdın. Unuttum mu sanıyorsun ha? Unuttum mu? Neredeyse bilimsellikten uzaklaştırıyordun beni. Çok akıllı olduğunu sanıyorsun ama benden daha akıllı değilsin. O deneyi unuttuğumu mu düşündün ha? Hatırla haydi, içinde biraz olsun adalet duygusu varsa hatırlarsın. Hah ha ha. Evet, hatırladın değil mi? Bir anne maymunu çocuğuyla beraber bir cam kafesin içine koyuyorlar. Hah ha ha. Sonra kafesi alttan ısıtıyorlar; önce anne çoçuğunu sırtına alıyor; sonra ısıyı iyice arttırıyorlar ve ısı dayanılmayacak noktaya gelince anne yavrusunun üstüne çıkıp onu öldürüyor. Hah ha ha. Limit noktaya gelince anne çocuğunu öldürüyor. Belki birkaç damla da göz yaşı dökmüştür. Budala; seni budala! Tüm duygularımız, düşüncelerimiz,ümitlerimiz, onurumuz,kıskançlığımız, aşkımız 1 ve 0’lardan oluşuyorsa sen hala neyin mücadelesini veriyorsun? Git ve bir kedi öldür! Hatta önce onu sev kendine ısındır. İyice sana alışınca en az bir bacağını kır- senden kaçamayacak duruma getir- o, acı acı miyavlarken sen de onun hayatını yok et. Hah ha ha. Yok et; anlıyor musun? Yok et!”









  BANKADA

     Bankalar ona hep ilgi çekici gelmiştir. Burada on saniyelik bir görüntü sürekli üst üste tekrar eder. Hep aynı şey: para sayma, makbuz kesme, sıra bekleme, saati kontrol etme… Buradaki insanların işleri bu rutini sonsuza dek sürdürmektir. Sanırım geceleri bankanın deposunda ya da benzer bir bölümüne uyuyup; sabah tekrar işlerini aynı ciddiyet ve sukunetle yapmaya devam ediyorlar. Para say, sıra bekle, makbuz kes, saati kontrol…

     “ Karıncalara benziyorlar değil mi? Bir avuç şeker üzerine çullanmış karıncalara… Ne o bu seni rahatsız mı etti ha? İşlerini nasıl da düzenli ve sıralı yapıyorlar. Yoksa yine bencilleşip; onları aşağılayacak mısın? Hah ha ha. Buyur aşağıla: karınca de onlara, hakaret et. Sanıyor musun onlar seni umursayacak? Karıncalar insanı önemser mi sanıyorsun? Onlar işlerine aynı rutinle devam edecekler, bir makinanın dişlileri gibi rutin, sıradan işlerine devam edecekler ve senin aşağılar bakışlarını hiç mi hiç umursamayacaklar. Hah ha ha. Umursamamakta da haklılar. Şurada göze batan tek şey sensin. Her şey yerli yerinde ama bir tek sen koca topluluğu rahatsız ediyorsun. Uyumsuz, gereksiz bir paçavrasın. Hatta daha da kötüsü sen onların yuvalarına girmiş bir örümceksin. Hah ha ha. Onlara tehdit oluşturuyorsun. Seni parçalamaları an meselesi anlıyorsun değil mi; an…”

     Biraz önündeki sandalye boşalınca kimseye belli etmediği bir sevinçle ve telaşsızlıkla sandalyeyi kaptı. Aynı sandalyeyi hedeflermiş yaşlıca bir bayanın yerini kapmak içini biraz rahatsız etti.

     “İnsan” diye düşündü. “ İnsan gerçekten özgür bir yaratık… Eğer hepimiz doğanın iradesine- schopenhauer okuduğu güne lanet ediyordu- boyun eğiyorsak; bizlerin bebekleri, çocukları öldürmememiz gerekirdi. Fakat öldürebiliyoruz. Sürekli çocuk öldürseydik de doğanın iradesinin zıttını yaparak; dolaylı da olsa onun iradesine boyun eğmiş olurduk. Ama hem bir çocuğun bir damla gözyaşını engelleyebilmek için canımızı tehlikeye atar; hemen sonra da onu demir sopayla dövebiliriz. Bunu yaparken durumda en ufak çelişki görmeyiz. Bazı çocukların gelecekteki mutlulukları için bazı çocukları öldürmek biz insanoğlu için sıradan bir iştir. Hatta insan kendi çocuğunun gelecekteki mutluluğu için çok rahatlıkla onu hortumla dövebilir. Osmanlı İmparatorluğunda, iç savaş çıkar binlerce insan ölür diye; kardeşini kundağında öldürmek vacipti. İnsan hiç çekinmeden bebek öldürebilir çünkü hem mantıklıdır hem de özgür. Bana da sorulsa ‘ya sen bir çocuğu öldürürsün ya da biz iki çocuğu diye’ bir çocuğu öldürmeyi seçerim. Bunu yaparken ellerim titremez, en ufak heyecan hissetmem. Çünkü iki, bir sayısından daha büyüktür; dolayısıyla bir çocuğu öldürmem gerekir.” Diye düşünürken yüzünde en ufak duygu belirtisi oluşmadı. Yüreğinde gün batımının sükunetini hissederken “ acaba, acaba ben neden kedi öldürmek istiyorum?” diye düşündü ve hemen orada kafasından bir hikaye uydurdu:

     Bundan bin yıllar önce, insanlar mağaralarda kabile halinde yaşarlarken bir ailedeki baba iyice yaşlanmış. Artık eve ekmek getiremez olmuş ve sürekli olarak oğullarının işine karışır dururmuş. Bunun üzerine üç kardeş aralarında anlaşıp babalarını öldürmeye karar vermişler. Onu ormanın ıssız bir köşesine getirmişler. Baba her ne kadar yalvardıysa da kendini acındıramamış ve hayatını kaybetmiş. Fakat babanın öldürülmesinden sonra kardeşler arasında boşalan otoriteyi doldurmak için kıyasıya bir yarış başlamış ve en sonunda büyük bir aile faciası yaşanmış. Bu olayın hikayesi kuşaklardan kuşaklara aktarılmış. Yıllar sonra başka bir gün yine tatsızlık çıkaran babayı öldürmek için iki kardeş anlaşmış. Tam boğazını keseceklerken önceki olayın hikayesi akıllarına gelmiş. Baba da onlara daha iyi davranacağına dair söz vermiş. Bunun üzerine iki kardeş bir koç kesmişler ve babalarının canını bağışlamışlar. Baba da oğullarını rahatsız etmeyecek şekilde iktidarı elinde tutmaya devam etmiş. Gel zaman git zaman baba eceliyle ölmüş. İki kardeş bir birlerine girmekten korktukları için kestikleri koçun kellesini babalarının oturduğu yere koyup sanki o varmışçasına kelleye itaat etmişler. Bu kelle kuşaktan kuşağa aktarılarak hüküm sürmeye devam etmiş. Ama bir gün bir işgüzar çıkıp; koçun kellesini kendi başına geçirmiş ve krallığını ilan etmiş.

     Uydurduğu bu hikaye yüzünde bir tebessüm oluşmasına neden oldu.

     “ Evet güzel hikaye kendini eğlemeyi biliyorsun. Can sıkıntısı sevgili dostum; can sıkıntısıdır çevrende gördüğün tüm komedilerin oynanmasına sebep. Savaşlar can sıkıntısını gidermek için yapılır; barışlar da öyle. İnsan can sıkıntısını bastırmak için para kazanmaya çalışır yada aşık olur. Gökdelenler canı sıkılan mühendisleri eğlemek amacıyla düşünülmüş, yapılmıştır. Canı sıkılan Newton yer çekimini bulmuştur. Ah sadece can sıkıntısı insanı çıldırtmaya yeter. Peki sana soruyorum: bir maymunun ya da atın canı sıkılır mı? Belki biraz. Peki hamamböceğinin; hiç sanmıyorum. Neden biz insanların artık zamanı var? Hamamböceğinden neremiz üstün ki biz üremek ve besin aramak dışındaki şeylere vakit ayırabiliyoruz. İnsan hiç farkına varmadan yaşayıp ölebilmeliydi. Günlük çalışmayı sekiz saatle sınırlandırmak niye? Kalan boş zamanda ne yapacağız peki; can sıkıntısını yatıştırmak için çeşitli dalavereler çevireceğiz. Bütün bunlara hiç gerek yoktu. Can sıkıntısına neden olan beyin parçası gelişmemeliydi. Ama gelişti; şimdi o parçayı tatmin etmek için çırpın dur. Tamam bütün hikayeyi en başından alıyorum. Zaten sıranın sana gelmesine daha çok var.

     Biliyorsun bundan milyarlarca yıl önce sadece cansız maddeler vardı doğada. Bu maddeler bir şekilde bir araya gelmişken yıldırımlar düştü ve ilk canlı oluştu. Sonra bu yaratık çoğaldı ve başka canlılar oluştu. Sonra bu yaratıklardan bazıları şans eseri mutasyona uğradı. Bu mutasyonlardan doğaya uygun olanlar yaşadı; diğerleri elendi. Bu zincir böylece devam etti ve insan oluştu. İşte hikaye bu kadar. Hah ha ha. Anlıyor musun beni bütün hikaye bu. Daha fazlası yok. Peki bu hikayede ahlaka; iyiye veya kötüye yer var mı? Ha, var mı? Kesinlikle yok. O zaman şova da gerek yok. Şu yaşıyoruz canlıyız saçmalığına biraz daha yakından bakmanı isteyeceğim. Canlı dediğin şey cansız parçaların bir araya gelmesinden ibaret. Canlılık dediğimiz, yerlere göklere sığdıramadığımız şey bir avuç proteinin aralarındaki etkileşim. Hah ha ha. Tüm vücudumuz proteinlerin, yağların, karbonhidratların bazı hareketleri. O kadar. Eğer biz canlıyız, yaşıyoruz diye artistlik taslarsak; yer çekimi eşliğinde düşen taş da aynısını iddia edebilir. Derki: ikimizde boş uzamda hareket eden parçacıklarız. Hah ha ha. Ama can dostum eğer illaki yaşayan bir şeylerin olduğunu düşünüyorsan genlerin yaşadığını düşün. Biz neyiz ki? Biraz komplike bir makine. Genlerin yaşama şansı bulduğu ve bir sonraki döllere aktarılmak için kullandığı bir makine. Bugüne kadar neden bilinmez biz yaşıyoruz genleri sonraki döle aktarıp ölüyoruz inancına saplanıp kalmışız. Halbuki külliyen yalan. Biz bir yerden başka bir yere gitmek için kullanılan arabalarız ve bizi süren de genetik kodlarımız. Ama o kadar kibirli araçlarız ki- bir o kadar da budala- süren şoföre cansız kendimize canlı muamelesi yapıyoruz. Ah dostum bilsen ne acılar çekiyorum. Bu bilgi üzerine bilince bakalım iradeye bakalım. Aslında irade dediğimiz göklere çıkardığımız şey; basit bir etki tepki mekanizması. Çevremizde olup biten her şeyi bir girdi olarak düşün, verdiğimiz tepkileri de çıktı. Herhangi zamanda bazı girdiler( görüntü,ses,koku…) bize- burada insanı siyah bir kutuya benzetmek yerinde olur-ulaşıyor ve beynimizde bazı iyonların yer değiştirmesine sebep oluyor. Kısaca elektrik sinyallerine dönüşüyor. Bu sinyaller domino taşları gibi sıra halinde bir birini devirerek motor nöronlara ulaşıyor ve bazı hormonları salgılatıyor veya bazı tepkilere neden oluyor. Fakat bu işlem çok karışık olduğu için insanın davranışını önceden kestirebiliyorsak da tam olarak belirleyemiyoruz; çünkü o kadar çok girdi oluyor ki bunların bazılarını mecbur göz ardı ediyoruz. Fakat bu göz ardı ettiğimiz uyaranlar kelebek etkisine neden olabiliyor. Kısaca çok önemsiz bir ayrıntı çok büyük bir davranış değişimine neden olabiliyor. Mesela sırf güneşli bir havada gördüğün için bir kıza aşık olabilirsin. İşte sana her şeyi açık seçik anlattım. Bunların ötesinde bir şeyler olduğunu iddia etmek yobazlıktır, göz boyamacılıktır ve korkaklıktır.

     Çevresindeki her şey daha bir tek düzeleşti daha bir sıradanlaştı. İnsanların burunlarını kaşımaları, nefes alıp vermeleri, gazeteyi yelpaze gibi kullanıp serinlemeye çalışmaları o kadar sürprizsizdi ki bankadan çıkıp gidesi geldi. Eğer arkadaşları su faturasını yatırıp yatırmadığını sorarlarsa onlara yalan söylemeyi ve yalanı ortaya çıkar da onun üzerine gelirlerse de intihar edip her türlü sorundan kurtulmayı düşündü. Artık intihar da sıradan, günlük bir olaydı. İçine yaşam sevinci doldurma ihtimali olan tek şeyin çocuk gülümsemesi olduğunu düşündü. Belki bir çocuğun daha gülümsemesini görebilmek için faturayı öder ve yaşamaya devam ederdi.

     “ Lanetin büyüklüğünü, korkunçluğunu görüyorsun değil mi? Acaba neden bir çocuk gülümsemesi seni yaşama bağlama ihtimaline sahip de, bir yaşlı gülümsemesi umurunda bile değil. Bunun nedeni çok açık değil mi? Yaşlı, üretkenliğini yitirmiş artık bir nevi ölü; omuza gereksiz bir yük. Çocuk demek gelecek nesil demek, üreyecek insan demek. Hah ha ha. Yine genler iş başında. Genlerin sana diyorlar ki: yaşlıyı siktir et o artık bir işe yaramaz ama çocuk genlerindeki kodları bir sonraki döle aktarabilir. Sende bu sese kulak verirsin aksi mümkün değil; kaçman ruh hastalığı. Evet, diyeceksin ki yaşlıları mutlu etmek de bir insanı mutlu edebilir. Onlara hürmet yüreğimi sevinçle doldurabilir. Maalesef yanılıyorsun dostum, çok yanılıyorsun.

     Seninle biraz sistemli analiz yapalım. Acaba bir yaşlıya yer verdiğinde hissettiğin huzur duygusuyla bir çocuğun gülüşünü gördüğün zaman hissettiğin coşku bir midir? Senden biraz dürüstlük bekliyorum.çocuğun gülüşüne karşı hissettiğin şey yaşam sevincidir ama yaşlıya yer verdiğinde topluma uymanın; ve bunun getireceği toplum tarafından kabul görme düşüncesinin sende yarattığı iç rahatlamasıdır. Eğer toplumun veya grubun değişirse; mesela isyankar takılan arkadaşların olursa bu sefer aynı tatmini yaşlılara yer vermeyince hissedersin. Ve yarın toplumun Yahudi yakmanı isterse, Yahudileri yakmaktan dolayı hissedeceğin duygu da aynıdır. Anlıyorsun değil mi? Yaşlıya yer vermek bir toplum dayatmasıdır ve sunidir. Arkasında büyük bir sahtekarlık yatar ve aslında çok tehlikelidir. Nazi almanyasındaki almanlar çok mu iğrenç; çok mu cahil insanlardı? Hayır! Senin benim gibi etten kemikten insanlardı. Ama çocuk gülümsemesi; o başka, o içten gelen bir sevinç; yaşlıya yer vermek ise dış baskılardan doğan korkunun bertaraf edilmesinden doğan bir huzur. İddia edebilirsin ki toplumun baskısı olsa ne olur olmasa ne olur? Hiç iyi olmaz sevgili dostum; çünkü bu yapay yüceltme hemen arkasında sinsi bir aşağılamayı saklar. Yaşlılara yer vermeyenler dışlanmaya hor görülmeye başlanır. Nasıl ki Türkleri yüceltmek, gizliden Kürtleri, İngilizleri, yunanlıları aşağılamak demekse- en basit futbol maçında bile milli takımının kazanması rakibin kaybetmesi demektir- yaşlılara yer vermeyi yüceltmek demek; onlara yer vermeyenleri aşağılamak demektir. Daha da kötüsü yaşlılara yer vermemeyi yüceltenler; bu sefer yaşlılara yer verenleri küçümsemeye başlar. Bu küçük suni erdem bile toplumda bölünmenin, kavganın tohumlarını atacaktır. Senden ricam dostum gerçek-erdemsiz- ahlaka inanmandır. O zaman git ve bir kedi öldür. Kah kah kah. Kedi öldürmen suni bir ahlak olmayacaktır.”

     İntihar etmeden hemen önce saçma bir şey yapmanın çok mantıklı olduğunu düşündü. Mesela rektöre pandik atabilir ya da marketten bir çikolata çalabilirdi. Üstelik bu eylemi insanlardan kaçmadan; onların gözüne soka soka yapmak çok eğlenceli olabilirdi. Markete girip hiçbir şey söylemeden market sahibine çaldığı çikolatayı göstererek yemek ve sonra da çekip gitmek ve hemen ardından intihar etmek… “ Mükemmel gerçekten mükemmel olur” diye düşündü.

     Hemen karşısındaki tabelada dört nolu gişeye gitme zamanının geldiğini belirten numara yandı. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Klimanın hemen önünden geçerken içi ürperdi.
- Fatura yatıracaktım( görevli faturayı aldı ve bilgisayarda bir kaç işlem yaptı)
- On dokuz lira altmış beş kuruş
- Buyurun
- İyi günler
- İyi günler
Artık buradaki işi bitmişti. Şimdi eve gitme zamanıydı.



















  EVE GİDİŞ
      Bankanın rahatsız ama serin havasından sokakların boğucu havasına dönmüştü. “Krilov Kri… Kri… Krilov hah hah ha…”
- Yapma şunu

Neyseki sokaklar hala bomboştu yoksa kendisiyle konuştuğunun öğrenilmesi şahsı adına bazı problemler doğurabilirdi. 

     “ Onu seviyorsun değil mi? Bir ateist olmana rağmen en sevdiğin insan Muhammed değil mi? Hah ha ha. Sen ne acaip bir adamsın. Ama yanıldı bunu da biliyorsun değil mi? Devrinde kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu; insanlar putlara tapıyorlardı. O tapmadı. Bir mağaraya gitti. Düşündü. İnsanların putlara tapmasının saçmalığını düşündü. Ölüm hakkında düşündü; insan hakkında düşündü. Sonra bir görüntü görmeye başladığını sandı. Bir ses duyduğuna inanmaya başladı. Hah ha ha. Anlıyor musun beni? O gerçekten inanıyordu; aynı İsa, Musa, İbrahim gibi. İnsanların içgüdülerinin üstüne çıkmalarını istedi. İnsana hayvandan daha üst bir varlıkmış gibi davrandı. Birbirlerini sevmelerini, bencilce hareket etmemelerini istedi ve böyle bir yaşamın hayalini kurdu. O çok iyi niyetliydi. Dünyanın en iyi insanıydı. Ama yanıldı. Hah ha ha. Anlıyor musun beni yanıldı. İnsan hamamböceğinden bir milim bile yukarda değildir. Komşusu aç olan rahat uyumamalı dedi. Ama bu imkansızdır. Bir insanın bencil olmaması, bencilce düşünmemesi imkansızdır. İnsan komşusunun aç olmasını aç yatmasını ister. Sonra ona yardım ederken içinden büyüklenme duygusunu tatmin eder. Komşusu aç diye zil takıp oynar insan. Bu şekilde düşünmemesi imkansızdır. Muhammed Ferud bilmiyordu, Dostoyevski bilmiyordu. Hah ha ha. İnsanlar iç güdülerini bastırmaya çalıştılar ama olmadı. Hemen onun torunlarını iktidar uğruna öldürmediler mi? Aksini yapmalarının imkanı yoktu; çünkü insan iktidar için kendi kardeşini öldürür eğer öldürmeyi düşünmüyorsa; zayıftır. Hah ha ha. Bastırılmış içgüdüler daha sonra nefrete dönüşmedi mi? Onun dininin mensupları , kedi rahatsız olmasın diye kıyafetini kesip giden insanın öğretisinin mensupları, zina yapan kadınları kafalarına kadar gömüp taşlamadılar mı? Ne olmasını bekliyordun; ne? Taşlayanlara şeytan, kötü insan diyerek kolaya kaçabileceğini mi sanıyorsun? Hayır, kaçamazsın! Onlar suçlu değil eğer bir suçlu arıyorsan o, dünyanın en iyi insanıdır. Dünyanın en iyi insanı olduğu için suçludur. İnsan bencildir, aşağılıktır. Bunları yok saymak insana yapılacak en büyük zulümdür. Bende çölde gezdim, oruç tuttum, kök yedim biliyorsun değil mi? İsa boşuna çarmıha gerdirdi kendini anlıyorsun değil mi? İbrahim kendi çocuğunu öldürmeye kalkarak içgüdülerinin esiri olmadığını göstermeye çalıştı; ama insana nasıl böyle bir yük bindirilebilir ki? İnsan nasıl olurda kendi çocuğunu öldürecek kadar ahlaklı olabilir? Bunu tasavvur edebiliyor musun? İnsan kendi çocuğunu öldürecek kadar ahlaklı olamaz. İnsandan bunu istemek ona zulümdür, işkencedir. İçindeki hayvanı dışlayamazsın! Onu dışlamaya çalışmak demek ukalalıktır, bencilliktir,riyakarlıktır. İnsanın bencilliği a priori bir gerçektir.insan onsuz düşünülemez; tasarlanamaz. Anlıyor musun beni? Eğer bir erdem kuracaksan insanın aşağılıklığı, bencilliği, hayvanlığı üzerine bir erdem kurmalısın. Diğer türlü insanlar birbirlerini Allah yolunda öldürür. Din yaymak için dininden olmayan insanları öldürür. Peki o ölen hıristiyanlar, ateistler, museviler ne olacak? Kendince kendi vatanlarını Müslümanlara karşı korumaya çalışanlar ne olacak? Ömür boyu cehennemde mi yanacaklar? Ah bunu nasıl kabul edebilirsin? Bunu kabul etmeye yüreğin nasıl elverir, söyle! Hah ha ha. Hadi ne yalan söyleyeyim Allah var. Tabii ki de var; olmaması mümkün mü? Sence bu evren, çevrende ki bu şeyler yoktan mı var oldu? Hah ha ha. Tabii ki hayır. İnsan gözünün oluşumunu evrim açıklayabilir mi sanıyorsun? Neden yer çekimi diye bir kanun var da yer itimi diye bir kanun yok? Düşünsene o zaman hiçbir düzen kalmaz gezegenler birbirlerine çarparlardı. Hah ha ha. Evet o var. Hatta bende “O” yum işte. Karanlıklar prensi: en çok bu isimle anılmayı seviyorum. Ama O, tanrı bir psikopat, bir ruh hastası anlıyor musun beni? Bütün bu evreni sırf kendi egosunu tatmin etmek için yarattı. İçinizden en iyi kalplileri; en iyi niyetlileri seçerek kandırdı. Ah en çok İsa’ya üzülmüştüm. İsa’yı, eğer O’na taparsalar insanların mutlu olacağına, kardeş olacağına,birbirlerini seveceğine öyle bir inandırmış ki; O kendi haçını seve seve taşıdı. Haça gerilmiş haldeyken bile hala insanlar için yalvarıyordu. Onları affetmesini; onların hiçbir şey bilmediğini söylüyordu. Ah bu nasıl bir insan sevgisidir. Ben de içinizden en çok onları, peygamberleri sevdim; ama derdimi anlatamadım. Bilim henüz bu kadar gelişmemişti. Şimdi senden rica ediyorum: gel insanı mutluluğa, kardeşliğe, sevgiye doyuralım. Onları kandır; benim ve Allah’ın olmadığını söyle. Korkma; sen kandırdığın için bütün günahlar sana yazılacaktır. Hepsi ateist olsun ve kendi içgüdülerini doya doya yaşasınlar. Onlar için bunu yapmaz mısın ha? Evet; belki sen sonsuza kadar cehennemde yanacaksın ama İsa da onlar için çarmıha gerilmişti. Sen de onlar için Allah’a karşı savaşmaz mısın? Ben en cesurunuzu en çok insan seveninizi arıyorum. Gel benimle! Ona karşı hiçbir şansımız yok; evet bunu ben de biliyorum. Sonsuz bir kudreti nasıl alt edebilirsin? Yine de teslim olmamak; insanlık için savaşmak istemez misin? Sadece çok büyük kahramanlar gelebilir benim yolumdan. Hadi şimdi benim için bir kurban kes. Hah haha… Hadi!

     Bütün hızıyla koşmaya başladı. Kaldırımların çukur yerlerinden zıplayarak, elektrik direklerinden sıyrılarak koştu. Bacakları boşalıncaya düşüncelerinden kurtuluncaya kadar koştu. Tıkandı. Nefes nefese kalmıştı. Ellerini dizlerini koyarak bütün gücüyle nefes alıp vermeye başladı. Vücudundan ter boşanmıştı. Bu canını sıktı. Erli olmaktan pek haz etmezdi.

     Tekrar yürümeye başladı. Daha sakindi. Elleri ceplerinde yumuşak adımlar atıyordu. İnsanın, adım attığını fark ederek yürümesi ne zordu. Öyle kendi haline bırakınca yürümek kolaydı; ama bilinçli bir şekilde adımlar atmaya çalışınca yalpalıyordu.

     Apartmanın kapısını açmaya çalıştığı ilk anahtar yanlıştı. Diğer anahtarı denedi ve amacına ulaştı. Dışarısı günlük güneşlik olmasına rağmen apartman karanlıktı. İçerde nahoş bir nem kokusu vardı. Gözleri ışıksızlığa alışmakta zorlandı. Merdivenleri ağır, tükenmiş adımlarla çıkmaya başladı. Eve yaklaştıkça göğüs kafesini daraltan bir acı hissetmeye başladı. Sanki dev bir kerpeten göğsünü sıkıştırıyordu. Derin bir nefes aldı ve zorda olsa kendini eve atmayı başardı.